Allah tarih boyunca yeryüzüne birçok İlahi Elçi göndermiştir. Tarafsız bir gözle incelendiğinde bu özel Şahsiyetlerin geldikleri dönemlerdeki sosyal düzenin birçok ortak yönü olduğu görülür; temel toplumsal kurumların parçalanması, ahlaki normların kolaylıkla çiğnenerek tamamen terk edilmesi, aklını ve vicdanını bir yana bırakmış kitlelerin faydasız, boş ve hatta zararlı düşünce akımlarına kapılması ve insanlığı pençesine alan derin umutsuzluğun giderek artması. Böyle zamanlarda zuhur eden mukaddes Elçilerin getirdiği ilahi öğretilerin üzerine inşa edilen ve “din” adı verilen sistemler, bir yandan insanoğluna içinde bulunduğu karanlıktan çıkarak bireysel ve toplumsal seviyede yeni bir yaşam kurabileceği ruhani kılavuzluk, enerji ve bilgiyi sağlamış, diğer yandan da medeniyetin ilerleyişindeki en belirleyici unsur olmuştur. Bu sistemlerin tümü aynı İlahi Kaynak’tan gelmiştir ve özleri itibarıyla Allah’ın aslında bir tane olan dininin birbirini takip eden aşamalarıdır. Bahai literatüründe “vahyin aşamalı gelişimi” veya “vahiy süreci” olarak adlandırılan bu süreç, geçmişte olduğu gibi gelecekte de devam edecektir.
Bahai Dini bu sürecin 19. yüzyılın ikinci yarısında başlayan yeni bir aşaması olarak tanımlanabilir.
Dinler tarihinin bu yeni sayfası, iki İlahi Elçi’nin, Hz. Bab ve Hz. Bahaullah’ın zuhuruyla açılmıştır. Hz. Bahaullah’ın bu dünyadan ayrılmasının ardından Bahai Dini’nin liderliği önce oğlu Hz. Abdülbaha’ya, O’nun ardından Hz. Abdülbaha’nın torunu Hz. Şevki Efendi’ye ve Hz. Şevki Efendi’nin ardından da, üyeleri dünya Bahaileri tarafından her beş yılda bir seçilen Yüce Adalet Evi adlı kuruma geçmiştir.
Öğretilerinin ekseni “insan âleminin birliği” olan Bahai Dini’nin amacı, tüm insanlığın evrensel değerler etrafında birleşerek ortak bir hedefe ulaşmak için birlikte çalışmasıdır. Bu hedef adaletin, barışın ve refahın hâkim olduğu, kadın erkek eşitliğinin tüm yönleriyle hayata geçtiği, hiçbir milliyet, sınıf, zümre, ırk ya da ülkenin herhangi bir ayrıcalığı olmadığı, din ve bilimin daha iyi bir dünya için işbirliği yaptığı yeni bir dünya medeniyetidir.
Bahai Dini’ne inanan bireylere Bahai ve bu bireylerin oluşturduğu topluma Bahai Toplumu adı verilir. Bahailer kâinatta var olan her şeyi yaratan Allah’ın tekliğine inanır; Hz. Bab ve Hz. Bahaullah’ı bu çağın İlahi Mazharları olarak kabul eder; Hz. Abdülbaha’nın, Hz. Şevki Efendi’nin ve Yüce Adalet Evi’nin yetkisini tanır; itaat etmeleri gereken ilahi kaynaklı yasaların ve öğretilerin varlığını kabul edip bunları hayatlarında uygulamaya çaba gösterirler.
Bahai Dini’nde dini sorumluluklarını yerine getirmek ve ruhani anlayışını geliştirmek, bireyin kendisine emanet edilmiş bir görevdir. Bahailer bu görevi, kaynağının ilahi olduğuna inandıkları Bahai yazıları üzerinde derinleşerek yaparlar. Birkaç Bahai’nin bir araya gelerek bu tür Yazıları incelemesi ve fikir alışverişinde bulunması teşvik edilen bir yöntem olsa da bir insana dini konularda nasıl davranması gerektiğini empoze etme hakkı hiç kimseye verilmemiştir.
Bahai toplumunda ruhani ve toplumsal yaşama dair konularda karar alma yetkisi, üyeleri seçim yoluyla belirlenen yerel, milli ve uluslararası kurumlara aittir. Bu kurumlarda görev yapan kişilerin toplumda herhangi özel bir konumu ya da ayrıcalığı yoktur. Sadece Bahailere değil, tüm insanlığa hizmet etmekle görevli olan bu kurumlar, kararlarını Bahai yazıları çerçevesinde yürütülen meşveret* yöntemiyle alırlar.
Bahai Dini’nin tarihi, Merkezi Şahsiyetleri, temel öğretileri, yönetim şekli, Türkiye ile olan özel ilişkisi, Bahailerin neye inandıkları ve ne tür çalışmalar yaptıkları hakkında daha detaylı bilgi, www.bahaitr.org sitesinde yer almaktadır.
Dipnot
* Meşveret: Bahai toplumunda ve kurumlarında toplu karar vermeyi yöneten temel ilkedir. Buna göre meşveretin her katılımcısı, payına düşen katkıyı sağlayıp konu ile ilgili görüşünü sevgiyle, nezaketle, açıkça, alçakgönüllülükle ve ısrarcı olmadan sunar ve gerçek, sistemli olarak araştırılır. Meşveretten çıkan karara ise itaat edilir.